27 Aralık 2010 Pazartesi

terzi kendi söküğünü dikemez ama bi denemek lazım.

Bu karanlık hava içime işlemiş, nefes almak bana çok zor bir iş gibi geliyor. Beklemek giden birini, dönecek diye beklemek ve geçmeyişi zamanın, daha da zorluyor beni. Yağmur yağmış olmalı, severdim yağmurlu havaları ama şimdi hiç yatağımdan kalkıp bakasım yok camdan. Evin en karanlık odası benim ki. Çünkü güneşli bi oda da uyuyamam ben. Şimdi hava da kapalı olduğu için saat sabaha karşı 5 miş gibi. Derin bir iç geçiriyorum. Öyle bitkin oluyor ki bazen bedenim ya da bilmiyorum beklide ruhum, rüyalarımda bile yoruluyorum. Hayat zor mu gerçekten? Ya da biz en ufak şeyleri büyüten varlıklar mıyız? Bağırıp çağırıp, öfkemden delirip, 10 dk sonra sakinleşiyorum. Neden bu kadar çok sinirlendim ben? Diye sorunca cevap veremiyorum kendime. Oysa ki etrafımdan biri böyle davransa, ben hemen ona mantık dersi vermeye kalkarım, onu sakinleştiririm ama iş kendime gelince öyle olmuyor işte bilmiyorum neden böyleyim. Öylece yattığım yerden bunları düşündüm. Şimdi bi gök gürlese, şiddetli bi yağmur yağsa çok iyi olurdu, ben ozaman rahatlıyorum. Mutluluğun, hüzünden daha kolay elde edildiğini biliyorum. Sadece basit düşünmek, yüzeysel düşünmek yeterli mutluluk için. Üzülmek, acı çekmek daha zor bir şey neden mi? çünkü kafanızda bir sürü şey kurmanız gerek, sonra onlara inanmanız gerek. Detaylı düşünmeniz de lazım, şöyle olduysa bu da böyle olmuştur demelisiniz. Sonra sanki bunların hiç biri kuruntu değilmiş gibi inanıp, ağlayıp, sinirlenip üzülmek… gördünüz mü çok daha zor aslında mutsuz olmak, daha teferruatlı bir iş.
Bunu bilmek ama uygulayamamak da ayrı bir dert. Hep beraber, mutluluk turuna çıkalım bence, bir kerede inanmasak da yüzeysel düşünüp kurcalamayalım. Her şeyin düzgün gittiğine inanalım. Hayatın kesinlikle bir film olduğuna, film kadar kısa olduğuna inanıp ne tür bir filmde oynamak istediğimizi bulalım. Benim ki romantik komedi olsun lütfen J

24 Aralık 2010 Cuma

şaka değil gerçek vallahi şşşt " çok gizli "

laptopumda acayip acayip şeyler olmaya basladı, ekranda tuhaf bi çözünürlük falan en kötüsü de yenile dediğimde ekranın 1 saatte kendine anca gelebilmesiydi. Bende bugün aldım laptopumu elime doğru bilgisayarcının yolunu tuttum. gayet sakin, iyi bir arkadasa benziyordu bilgisayarcı ama ben üstün kabiliyetimle onu da çileden çıkardım sanırım:
bilgisayarcı: - merhaba hoşgeldiniz
ben- merhaba, ayy benim işim çok acil ya önce benimkine bakaaarmısınız lütfeeeen( diğer müşterinin sırasını kaptım)
bilgisayarcı: - peki problem nedir?
ben: ekranda tuhaf şeyler oluyo, bide çok ağırlaştı 
bilgisayarcı: hmm format gerekir belki, acalım da bakalım şifreniz nedir?
ben: şifrem çok gizli
bilgisayarcı: nasıl anlamadım?
ben: çok gizli işte
bilgi: hanfendi söylemezseniz şifreyi nasıl açabilirim?
ben: nasıl söylemezsem yahu, çok gizli diyorum ya anlamıyosunuz heralde
bilgi: madem o kadar gizli siz kendiniz girin ozaman.
ben: siz benle kafa mı buluyosunuz şifrem çok gizli diyorum yaa 
bilgi: hay allahım çıldırcam ya, al kardeşim bilgisayarını, şifrenide söylemezsen söylemee alla alla çattık ya
ben: bey efendi şifrem ç, o, k , g, i, z, l, i aaaaaaa amaaaa!!!!
bilgi: hay allah öyle desenize...

20 Aralık 2010 Pazartesi

okyanus

Kısmen yalnızdım. Kalbim doluydu, aklım fazlasıyla yoğun. Ama ben bir parça yalnızdım işte. O yüzden o büyük okyanusa atlamıştım. Soğuk bedenime bıçak gibi saplanırken ben hala aklımdan atamadığım o kalabalıkla cebelleşiyordum. Gözlerimin önünden geçen kabarcıklar, büyük, dipsiz o okyanusta beni yatıştırıyordu. Ben, ben oluyordum sonunda… uzaklardaydı ruhum, ruh göçünde… kendime yarattığım oyunlar, mutluluk için fazla basitti. Huzursuzdum… oyunu bozdum. Kartları ortaya koydum, ve kendi ruhumu çağırdım bu defa.
Geldi, bedenime yerleşti, aklımı dağıttı. O buz gibi okyanus ısıtıyordu şimdi beni. Ayaklarımdan boşalırcasına akan bir sıcaklık vardı. Adı yoktu onun, cismi yoktu, gözleri vardı, çok güzel gözleri. Ve elleri; büyük, sımsıkı tutan ellerimi… yüzü yoktu sanki, çok güzel gülüşleri vardı. Kalbi atmıyordu ama çok aşık gibiydi. O yanımda değildi ama ruhuma sarılmış gibiydi. Her şey o kadar masalsıydı ki, “bir varmış” denildi ama “bir yokmuş” kelimesi  masaldan silinmişti…