27 Aralık 2010 Pazartesi

terzi kendi söküğünü dikemez ama bi denemek lazım.

Bu karanlık hava içime işlemiş, nefes almak bana çok zor bir iş gibi geliyor. Beklemek giden birini, dönecek diye beklemek ve geçmeyişi zamanın, daha da zorluyor beni. Yağmur yağmış olmalı, severdim yağmurlu havaları ama şimdi hiç yatağımdan kalkıp bakasım yok camdan. Evin en karanlık odası benim ki. Çünkü güneşli bi oda da uyuyamam ben. Şimdi hava da kapalı olduğu için saat sabaha karşı 5 miş gibi. Derin bir iç geçiriyorum. Öyle bitkin oluyor ki bazen bedenim ya da bilmiyorum beklide ruhum, rüyalarımda bile yoruluyorum. Hayat zor mu gerçekten? Ya da biz en ufak şeyleri büyüten varlıklar mıyız? Bağırıp çağırıp, öfkemden delirip, 10 dk sonra sakinleşiyorum. Neden bu kadar çok sinirlendim ben? Diye sorunca cevap veremiyorum kendime. Oysa ki etrafımdan biri böyle davransa, ben hemen ona mantık dersi vermeye kalkarım, onu sakinleştiririm ama iş kendime gelince öyle olmuyor işte bilmiyorum neden böyleyim. Öylece yattığım yerden bunları düşündüm. Şimdi bi gök gürlese, şiddetli bi yağmur yağsa çok iyi olurdu, ben ozaman rahatlıyorum. Mutluluğun, hüzünden daha kolay elde edildiğini biliyorum. Sadece basit düşünmek, yüzeysel düşünmek yeterli mutluluk için. Üzülmek, acı çekmek daha zor bir şey neden mi? çünkü kafanızda bir sürü şey kurmanız gerek, sonra onlara inanmanız gerek. Detaylı düşünmeniz de lazım, şöyle olduysa bu da böyle olmuştur demelisiniz. Sonra sanki bunların hiç biri kuruntu değilmiş gibi inanıp, ağlayıp, sinirlenip üzülmek… gördünüz mü çok daha zor aslında mutsuz olmak, daha teferruatlı bir iş.
Bunu bilmek ama uygulayamamak da ayrı bir dert. Hep beraber, mutluluk turuna çıkalım bence, bir kerede inanmasak da yüzeysel düşünüp kurcalamayalım. Her şeyin düzgün gittiğine inanalım. Hayatın kesinlikle bir film olduğuna, film kadar kısa olduğuna inanıp ne tür bir filmde oynamak istediğimizi bulalım. Benim ki romantik komedi olsun lütfen J

24 Aralık 2010 Cuma

şaka değil gerçek vallahi şşşt " çok gizli "

laptopumda acayip acayip şeyler olmaya basladı, ekranda tuhaf bi çözünürlük falan en kötüsü de yenile dediğimde ekranın 1 saatte kendine anca gelebilmesiydi. Bende bugün aldım laptopumu elime doğru bilgisayarcının yolunu tuttum. gayet sakin, iyi bir arkadasa benziyordu bilgisayarcı ama ben üstün kabiliyetimle onu da çileden çıkardım sanırım:
bilgisayarcı: - merhaba hoşgeldiniz
ben- merhaba, ayy benim işim çok acil ya önce benimkine bakaaarmısınız lütfeeeen( diğer müşterinin sırasını kaptım)
bilgisayarcı: - peki problem nedir?
ben: ekranda tuhaf şeyler oluyo, bide çok ağırlaştı 
bilgisayarcı: hmm format gerekir belki, acalım da bakalım şifreniz nedir?
ben: şifrem çok gizli
bilgisayarcı: nasıl anlamadım?
ben: çok gizli işte
bilgi: hanfendi söylemezseniz şifreyi nasıl açabilirim?
ben: nasıl söylemezsem yahu, çok gizli diyorum ya anlamıyosunuz heralde
bilgi: madem o kadar gizli siz kendiniz girin ozaman.
ben: siz benle kafa mı buluyosunuz şifrem çok gizli diyorum yaa 
bilgi: hay allahım çıldırcam ya, al kardeşim bilgisayarını, şifrenide söylemezsen söylemee alla alla çattık ya
ben: bey efendi şifrem ç, o, k , g, i, z, l, i aaaaaaa amaaaa!!!!
bilgi: hay allah öyle desenize...

20 Aralık 2010 Pazartesi

okyanus

Kısmen yalnızdım. Kalbim doluydu, aklım fazlasıyla yoğun. Ama ben bir parça yalnızdım işte. O yüzden o büyük okyanusa atlamıştım. Soğuk bedenime bıçak gibi saplanırken ben hala aklımdan atamadığım o kalabalıkla cebelleşiyordum. Gözlerimin önünden geçen kabarcıklar, büyük, dipsiz o okyanusta beni yatıştırıyordu. Ben, ben oluyordum sonunda… uzaklardaydı ruhum, ruh göçünde… kendime yarattığım oyunlar, mutluluk için fazla basitti. Huzursuzdum… oyunu bozdum. Kartları ortaya koydum, ve kendi ruhumu çağırdım bu defa.
Geldi, bedenime yerleşti, aklımı dağıttı. O buz gibi okyanus ısıtıyordu şimdi beni. Ayaklarımdan boşalırcasına akan bir sıcaklık vardı. Adı yoktu onun, cismi yoktu, gözleri vardı, çok güzel gözleri. Ve elleri; büyük, sımsıkı tutan ellerimi… yüzü yoktu sanki, çok güzel gülüşleri vardı. Kalbi atmıyordu ama çok aşık gibiydi. O yanımda değildi ama ruhuma sarılmış gibiydi. Her şey o kadar masalsıydı ki, “bir varmış” denildi ama “bir yokmuş” kelimesi  masaldan silinmişti…

9 Kasım 2010 Salı

-herkesin aşkı aynı-

Herkes aşka dair yazıp çiziyor ya, farkettim hepimizin ki aynı... eğer gerçek aşkı tanımışsan, muhakkak diğer tanıyanlarla aynıdır hikayen ne bir artın vardır ne bir eksiğin. noktasından virgülüne, kader arkadaşısındır aslında... Bazen arkadaslarımın aşklarından esinlenipte yazıyorum bazen hayal ettiğim aşklardan bazende uzaktaki sevgiliye duyulan aşktan... ama yorum yapıldığında bu yazılarıma söylenenler aynı; " işte burda beni anlatmışsın" cümlesi. Evet orda seni anlattım, her satırda birilerini anlattım. Aslında bu benim hikayem, satırlar başkalarının hikayesi, her cümle başka birinin felsefesi... Aşk ne zaman gerçektir biliyormusunuz? imkansız olduğu zaman. kavuşursanız aşk biter belki sevgi kalır ama o da belki... çünkü bana kalırsa aşk ile sevgi pek bağdaşmıyor birbirlerine zıtlar. Aşk; deli gibi tutku, adrenalin, kıskançlığın zirvesi, saçmalamanın en dorukları iken, sevgi; anlayış, emek, nezaket, uyum, saygı bütünüdür. bu yüzden ikisi aynı yerde asla olmayacaktır. Aşk her yazarın, şairin anlattığı gibidir; uzaktır, yoktur, görünmez... Ozaman ne olur; ona anlatılmayanlar, dile dökülemeyenler kalem ile kağıda dökülür. Bir şairin kaleminden aşk şiiri, bir yazarın kaleminden ağır aşk romanı olur... Çokta güzel olur. Sizin hayata bakış açınız, aşkı görmek isteme tarzınız, ve hislerinize olan hakimiyetiniz çok önemlidir... " nasıl bişey bu? aşk böyle olur mu? hiç görmeden, dokunmadan, sesini duymadan?" der aşık insan... Bu sorularla başlar güne ve cevapsız batırır güneşi. Aşk görmekle olsaydı, aşıkken kör olmazdınız. Aşk dokunmakla olsaydı, her dokunduğunuza aşık olup, dokunamadığınıza hasret duymazdınız. Aşk 3 günlük heycan olsaydı, yıllar sonra bile aynı kalp ağrısıyla uyanmazdınız. Doğru aşk dokunmaktır, hissetmektir, heycandır ama her heyecan aşk değildir. Aşkta, görmek çok önemlidir. ama nasıl görmek?


görmek; çok mecazi bir kelime. bakıpta görmek, hissedip görmek, dokunup görmek, düşünüp görmek gibi çeşitli... görmek istemeyipte görmek var bir de.... Ve birde görmeden sevmek var ki, ne siz sorun ne ben söyleyeyim...

1 Kasım 2010 Pazartesi

sadece sevgilim değildin

Pencereden gelen soğuğu hissetmiyordum. Dışarıda deli bir fırtına vardı ama ben camı açıp, sandalyemi önüne koyup oturdum. Biraz kırmızı şarap fena olmazdı, ama sensiz ağzımın ne tadı ne tuzu vardı. Kalmadı hiçbir şey. Bu şehrin sınırından çıktığın an fark ettim, sen benim sadece sevgilim değildin. Sen benim; en yakın arkadaşım, her Dakika aradığım, msj attığım, nefes aldığım hava, içtiğim su, en sevdiğim yemek gibiydin. Seninle içtiğim nargilenin tadını tophanede bile bulamıyorum. Birde orası için en güzel derler. Yok ben hiç beğenmedim, seninleyken olduğu gibi güzel değil. Biriktirdiğim sipsiler rengarenk duruyor, dokunduğumda gözlerim doluyor ama ağlamıyorum, hemen derin nefes alıyorum, başka bişey düşünüyorum öyle geçiştiriyorum o anı… sana hep derdim; “yine mi aynı yere gidicez “diye.  Keşke yanımda olsan da hep aynı yere gitsek razıyım. Söz, hiç şikayet etmicem bu defa. Anladım çünkü sensiz tüm değişikliklerin anlamsızlığını… Az kaldı diyorum sana, çok var diyorsun. Bana da çok varmış gibi geliyor, saniyeler bile geçmiyor ama eninde sonunda bitecek onu biliyorum. Şimdi buz gibi ellerim, asık suratım hala bu sandalyede oturuyorum. –dıt dıt – telefona gelen msjla gözlerim faltaşı gibi açılıyo, hemen alıyorum telefonu elime. Senden gelmiş “ seni seviyorum” diye. O an gülümseme oluyor yüzümde, ve bir sıcaklaşma ellerimde… bende seni seviyorum çok hemde…

29 Ekim 2010 Cuma

kendini slow'a vurmak isteyenlere.

1) onur mete- bitmesin
2) aşkın nur yengi- allah şahit
3) çelik- afedersin
4) kenan doğulu- pamuk
5) şebnem ferah- istiklal caddesi
6) candan erçetin- yalvaramam
7) baha- aşk acısı
8) erol evgin- ben imkansız aşklar için yaratımışım
9) unutulmaz dizisinden- aşkın yalanı olmaz.
10) betül demir- yeter

7 Ekim 2010 Perşembe

bu aralar sevmiyorum beni

Kalkıp gitmek istediğim bi yerdeydim. Kendi kendimi gaza getiriyor, basıp giderim nolcak ya diyip sonra öyle oturuyordum. Kimseye bişey söylemedim. Herkes beni halimden memnunum sanıyordu ben de polyana olduğumu sanıyordum. Bir şeyler anlatılırken ortada dolaşan tek uzun lafın kısası denilecek durum “ hayat kötüye gidiyor kötüye” cümlesiydi. Hava zaten bulutluydu sabahtan yağmış olan yağmurun ıslaklığı henüz kurumamıştı ve acayip bir rüzgar başlamıştı, ağaçların ordan oraya savrulmasından anlaşılıyordu. Ben ki yağmuru ve gri gökyüzünü severdim ama bu hava beni bile kasvete boğmuştu bugün. Ellerim üşüyordu, sürekli nefesimle ısıtıp ovuşturuyordum. Bilmem size de oluyor mu ama gereksiz ağlamalarım baslıyor, daha doğrusu ben ağlayamayanlardanım. Ama içimde çok derin gözyaşları oluyor birden. O çok daha kötü. Dışarı akıtamadığım hersey, içimde patlıcakmış gibi. Kendimi evin içinde hapsolmuş hissedip, küçücük odamda özgür hissediyordum. Elime resimleri aldım eski resimler ama hep gülmüşüz, muhakkak gülümseyin deriz ya nedenini anladım; yıllar sonra baktığımız da ne güzel günlermiş diyebilmek içinmiş. “ne güzel günlermiş”. Ben hep aynıyım diyordum ama ben çok değişmişim. Kendimi artık hiçbir fotoğrafta böyle içten, huzurlu gülücüklerle göremiyorum. Ayna da bile baktığımda ben, benim ben diyorum kendime ama yok, tanıyamadığım oluyor. Ne yalan söyliyim var bende bir şeyler ama sevmiyorum bu aralar ben bile beni. En mutlu olduğum şey ben sevmiyorken böyle beni, görüyorum etrafımda bir sürü beni seveni. Büyük bir minnettarlık ile teşekkür ederim bende çok seviyorum sizleri…

29 Eylül 2010 Çarşamba

"birde benim gözümden...": Şikayet ettiklerim için pişmanım şimdiden.

"birde benim gözümden...": Şikayet ettiklerim için pişmanım şimdiden.: "midemde ki o büyük kramplarla uyandım. gözümde yaşlarla ... bir yandan dişlerimi sıkıyordum bir yandan tırnaklarımla yastığı parçalar gibi t..."

Şikayet ettiklerim için pişmanım şimdiden.

midemde ki o büyük kramplarla uyandım. gözümde yaşlarla ... bir yandan dişlerimi sıkıyordum bir yandan tırnaklarımla yastığı parçalar gibi tırmalıyordum. Bu acıya dayanmak istiyordum ben bu kadar güçsüz biri olamam, bu acı bu kadar can acıtamaz diyordum. acıttı... Ne ölmüştüm ne de dünya tersine dönmüştü, aman allahım herşey aynıydı, hatta sen hala beni aramamıştın. dün gece nasıl gittiysen herşey öyleydi. kavga ederken kırdığımız vazo parçaları, boşalmış gardolap, dağılmış diğer eşyalar yani bana ait olanları ve senin bitmiş parfüm şişen... Herşey en son hali gibiydi öylece yattığım yerden izledim sensiz bu odayı. Ne kadar da anlamsızmış. oysaki ben akşam uyurken herşeyin bir kabus olması için dua etmiştim, uyandığımda sen yine sol tarafımda yatıyor olacaktın, ben yine sana "çok horluyorsun" diye sitem ederek baslıcaktım güne. seni uyandıracaktım sen 5 dk daha dicektin. ben sana söylenecektim, olmadı... Uyandığımda yoktun. Şimdi, o şikayet ettiğim herseye büyük bir zevkle katlanırdım çok mu geç kaldım? gözlerim yanıyor, yaşlarım süzülüyor, aldığım nefes bana batıyor tanrım ne büyük bir ızdırapmış bu! hiç çıkmak istemiyorum yatağımdan, yorganı yüzüme çekerek karanlıkta öylece kalmak istiyorum... Hala evin içinde olabileceğini düşünüyorum, sana dair ayak sesleri kuruyorum kafamda ve yorganı açıp hadi barışalım diyeceğini sanıyorum. Büyük aptallık! Gittin işte, pes ettin ve gittin ne zannettin giderken? daha cok sevileceğini mi, yeniden güvenebileceğini mi kolayca... yapamazsın beni o kadar kolay unutursan beni öldürürsün. Yapma nolur, hep benim sevgilim olacağına söz vermiştin, hep beni sevecektin. "Gerçek aşk bu" biz çok şanslıyız demiştin. ağlamıştın hani seviyorum derken, yalan değildi biliyorum inanmıştım ben hala da inanıyorum. Olmaz sevgilim. gitmiş olamazsın bir buna inanmıyorum... yıllarca süren aşk bir anda bitmiş olamaz. off yalnız basıma mıyım artık. -( kapı çalıyor) - bu sabah gazete istemiyorummmm! defolun basımdan.. :( ( kapı bir kez daha çalıyor) Bir sinirle atıp yorganı üstümden kalkıyorum, sert adımlarla yürüyüp bir hışımla açıyorum kapıyı.. - günaydın sevgilim, anahtarı almayı unutmuşum uyandırdım kusura bakma, poğçalar sıcak hadi çayı koyalım... Nasıl? dedim inanamadım sendin, geldin...

28 Eylül 2010 Salı

"birde benim gözümden...": -öpücük-

"birde benim gözümden...": -öpücük-: "çok uzak diyarların, toz pembe bulutların, kalpten evlerin olduğu bir ülkenin prensesiydim. mirkelamdan ' hey aşk nerdesin' adlı şarkıyı din..."

-öpücük-

çok uzak diyarların, toz pembe bulutların, kalpten evlerin olduğu bir ülkenin prensesiydim. mirkelamdan " hey aşk nerdesin" adlı şarkıyı dinleyip dinleyip aşkı arardım. derken bir gün beyaz atıyla bir prens çıkıverdi karşıma, haşin bakışları vardı, kadir inanır gibi çattı kaşlarını ve bana " senii seviyorum uleenn, evinin kadını çocuklarının anasıı olacaksınnn" dedi. ahhh dedim ne mesudum aradığım prensimi buldum, ne de romantik tıpkı hayallerimde ki gibi... gözbebeklerimin şekli kalp kalp olmuş kirpiklerimi hızlı hızlı acılıp kapanmaya başlamıştı. kalbim tıpkı bugs bunny nin ki gibi öylee çıkıverdi yerinden.. elimden tuttu beni beyaz atına bindirdi, güneş batıyordu bana doğru yaklaştı... beni öptü... o da ne, prens beni öptü ben kurbağaya döndüm aman allahım kara bahtım kör talihim derken prensten de bir darbe yedim " naaman allahım sen ne iğrenç bişey noldun böylee, defolll" tanrım olamaz, hani o büyük aşk? hani iyi günde kötü günde diye verilen vaatler... hepsi güzel bir prenseskenmiydi. şimdi uzun bir dilim pörtlek gözlerim ve kocaman bir göbeğim var ve durmadan vrak vrak diye çıkardığım seslerim. prensesi kim sevmez? kurbağayı seven birini bulabilir miyim? :)

27 Eylül 2010 Pazartesi

elektrik kesildiğinde yanan binlerce ışık.

bazen aydınlık gibi görünen huzur kaçırabiliyor...
tüm elektrikler kesildiğinde ortaya çıkan binlerce yıldız, ışıklar yanar yanmaz sönüveriyor.
Teknolojiyle mutlu olanlar, kendileriyle mutsuz olanlardır. çünkü onlar, bu curcuna da kendilerini unutup, lüks bir otomobil ve kağıt parçalarından ibaret bir cüzdanla oyalanarak yaşıyorlar... hangi mükemmel ışık gösterisi, size tek başınıza karanlık bir tepede oturup izlediğiniz yıldızların verdiği huzuru verebilir? ya da gürültülü televizyon yerine, gaz lambası eşliğinde konuşulan sohbetlerin tadını kim şimdi alabilir? eskiden hayat daha güzeldi demicem, çünkü ozaman hayat zor, çetin geçermişte insanların tadı bir başkaymış be arkadaş. Hayat şimdi güzel, insan her an her heryerde ama insan tatsız-tuzsuz, insan mutsuz....

3 Eylül 2010 Cuma

?

İçten içe seni mi bekliyorum ben? Her gün itiraf ediyorum önce, ardından inkârlarım başlıyor. Hayat her gün yeniden başlıyor, ben her gün yeniden başlıyorum… yeniden görüyorum seni rüyamda, yeniden bulamıyorum yanımda, yeniden aşık oluyor ve yeniden ağlıyorum… yeniden yeniden sürekli yenileniyor acılarım. Eskiyen hiçbir şey yok. Zaman eskitmiyor, dindirmiyor, geçirmiyor. Açıkçası zaman hiçbir işe yaramıyor… her müzikte duygularım, her duygulandığım da adın yoğunlaşıyor. Unutkanım ben aslında, 1 dk öncesini unuturken, yaşadığımı unuturken, nasıl oluyor da seni bir an bile unutmuyorum… şaşmak gerek! Karşımda duruyorsun, bekliyorum, sadece birkez adım atmanı… ama sen hiç gelmiyorsun. Beklide sevmiyorsun… ben bu ihtimali hiç göz önünde bulundurmuyorum. Aklıma gelmiyor değil ama geçiştiriyorum. Ya gerçekse? İşte burada tıkanıyorum, tam burada cümleler boğazımda bir yumruk oluşturuyor, sıkıyorum dişlerimi ve gözyaşlarımı akıtmamak için derin nefes alıyorum… öyle geçip gidiyor o an. Filmi başa sarıyorum, ve tekrar yaşıyorum bu anları… ben seni her gün yeniden, ilk gün ki gibi seviyorum…

"KEŞKE"

İnsan kendine itiraf edemedikleri yüzünden hep keşke der. Kalp hiç keşke demez, keşkeyi dedirten bana göre akıldır. Çünkü akıl bir hesap işidir ve hesaplar bazen yanlış çıkar. Severek
Yaptığınız bir şeyden dolayı pişman olduğunuz oldu mu hiç? Benim olmadı… Ama benim
Mantıklı olan bu, bunu yapmam daha doğru dediğim şeyler yüzünden pişman olduğum çok oldu! “Eskiden her şey daha güzeldi” denir ya hep, öyleydi gerçekten… .çünkü insanların kaygıları yoktu, duyguları vardı. Bu yüzden mutluydular... Biz bu mutluluğu en son çocukken yaşadık muhtemelen. Temiz ruhlarımız daha kirlenmemişken, aklımız çalışmıyorken ama farkında olmadan herkesten daha doğru kararlar verebiliyorken mutluyduk. Çünkü bir çıkarımız yoktu, çocuktuk. Sadece kalbimiz vardı ve gerçek sevgilerimiz… Şimdi büyüdük, geliştik, eğitildik… Çok şeyi kazanabilecek duruma geldik. Bir şeylerden vazgeçmeden başka şeyler kazanılmaz ama biz çok yanlış bir şeyi feda ettik, kalbimizden vazgeçtik… o artık mucizevi gücünü kaybetti, sihirli bir aşk yaşatamıyor bizlere…Hepimiz birer katiliz dünyada ki güzel duyguları öldürdük. Kendimizi de ömür boyu duygusuzlukla cezalandırdık beklide farkında olarak yaptık bunu, bile
bile…

sen beni tanımazsın

Sen beni tanımazsın…

Sessizce geçerim sokağından, izlerim kalmaz. Gözlerimi ayıramam gözlerinden, gözlerinin içine bakarım her dakika, sen görmezsin. Sen beni tanımazsın, her an yanındayım, seninle…

Ama fark etmezsin, bir yabancı gibi gelip geçerken sen; ben kokunu çekerim içime ve birdaha aşık olurum. Sen sezmezsin… dokunduğuna; dokunabilmek, sevdiğini; sevebilmek mutlu eder beni sen bilmezsin. Ama şunu bilmelisin zor iştir sevmek ve bazen görebilmek için gözden fazlası gerek…

2 Eylül 2010 Perşembe

-camı kıran kimdi-

-bir tıkırtı var!

-ne? ben neden bişey duymuyorum?

-şşşt sessiz ol bak...

ayak sesleri çok sakin ve yumuşak adımlarla duyulur. oda karanlıktı yatmak üzereydik. ayak sesleri bize doğru yaklaşıyodu, etrafa bakınıp sert bi cisim aradım, elime geçirdiğim ilk vazoyla hazırdım kafasını parçalamaya.. sonra bi şapka gördüm, ürkütücüydü. aklımdan geçen tek şey "ölücez, kurtuluş yok ölücez" cümlesiydi. ben odamın kapısının arkasına saklanıp nefes bile almamaya calısıyordum. yavaşca geldi kapıyı duvara doğru itti sonuna kadar... arada kalmıştım sıkıştım ama sesimi çıkarmıyorum.. kapıyı bir adım geçti ve ben düz ilerleyince onun kafasına geçirecektim vazoyu. Tam kendimi hazırlarken, bir hızlı kapıyı kapatıp boğazıma sarıldı... nefes alamıyorum ve bağıramıyorum, hep böyle olur o an sesimin kısılcağı tutar. iyice bastırıyor boğazımı ve yaklaşıyor bana yüzünde takılı olan maskemsi şeye anlam veremiyorum... ölmek üzereyken aklımda bi sürü şey geçiyor, film şeridinden cok yazı şeridiydi geçenler... o sırada odanın camı kırılıyor, o kırılan camla dikkati dağılınca ben kaçmayı başarıyorum koşuyorum ayağım kayıyor, düşmekten okadar korkuyorum ki.. arkada dönüp baktığımda peşimde... kapıya yaklaşıyorum, acmaya calısıyorum acılmıyor bana yaklaştı tam beni yakalarken kapıyı acıyorum ve o kendiliğinden yere yığılıyor... önce rol yapıyor sanıp geri adım atıyorum ama sonra o maskenin altındaki yüzü merak ediyorum. yavaşca ve titreyen ellerimle yaklaşıyorum.. aniden kalkıp yine boğazıma sarılcakmış gibi geliyordu. maskeye dokunmayı basardım ve hafifçe kaldırmaya basladım. hiç ummadığım bir yüzle karşılaşmıştım, şaşkınlığım korkumdan daha fazlaydı...

1 Eylül 2010 Çarşamba

-ya aşktan ölürüm ya aşktan-

insan aşk acısını çok güzel anlatıyorda, aşkın mutluluğunu bir türlü dökemiyor kelimelere. Ben dökemiyorum en azından. Dilimden düşmeyen tüm sevgi sözcükleri, yazmaya gelince geri geri kaçıyor. Çünkü yazarken "seni seviyorum"lar yetmiyor. O kelime tek basına okunurken çok boş, onu söylerken sesin titremeli, gözlerin onun gözlerine kilitlenmeli hafiften dolmalı ama ışıl ışıl bakmalı, heh işte böyle çok hoş böyle anlamlı... şimdi ben buraya binlerce "seni seviyorum" yazsam "vay be aşka bak" dermisiniz? demezsiniz. Ben de demem. Aslında buram buram aşk kokmalı benim satırlarım da ama yapamıyorum. Oysa ki ben bu aralar damdan düşer gibi aşığım, başımdan kova boşalmışcasına sırılsıklam... Kör ebe oynar gibi bağladım gözlerimi ve elleri uzattım sana doğru hadi sevgilim tak kelepçelerimi... O kadar güvendim işte, ister bir uçuruma bırak şimdi beni istersen sar sımsıkıca... ya aşktan ölürüm ya aşktan seninle bu yolda...

EYLÜL

tam yazmalık bugün. hava bağırıyor, "tüm duyguları yeryüzüne bırakıyorum işte, neyi bekliyorsun boşalt içini" der gibi... Eylüle girmiş olmanın sevinciyle, eylülün ilk gününde dolu dolu hissetmek onu mükemmel oldu. Ben sonbahar insanıyım. birtek sonbaharda gerçekleşiyor benliğim, maskelerim iniyor, altından makyajsız daha masum bir yüz çıkıyor. Çok kolay yıkabilirsiniz beni sonbaharda. Açık tüm kapılarım, tüm içtenliğimle çıplak duygularım. İşte eylülde beni vurdunuz vurdunuz yoksa gaddarlaşır yine kalbim, nasırlar çekilir derime ve duygularımın önünde bir çin seddi oluşuverir. eylül de eylül gibi olurum ben; hassas, narin, gözleri yaşları, yaprakları sararmış ama hala dalında, henüz kaybetmediğim umutlarım gibi. Ben eylül gibiyim, hala biraz sıcak ama kaçınılmaz kara kışa doğru giden. ne kadar naif yağıyor yağmur... bu ritmi bi şarkıda yakayabilmeniz çok zor çok... Ama şimdi öyle bir Sezen dinlenir ki "geri dön" bugün dinlenilcek en güzel şarkı. işte bu şarkıda bulunabilir o ritm ve huzur. müzik başlar. yazılar susar...

31 Ağustos 2010 Salı

-KALP GICIRTISI-

Çok öncedendi, çok oldu ben seveli… nasıl başladığını ben de hatırlamıyorum, nasıl sevdim, nasıl güvendim hiç ama hiç bilmiyorum. Ben aşkı tatmadım! Ben aşkı tanıdım sadece… Kimileri aşkı tanır ve yazar, kimileri de aşkı okur ve yaşar. Ben de yazanlardanım. Ben yıllar sonra aynı kalp ağrısıyla uyandıran bir aşkı tanıdım. Bu yüzden aşkımın adıdır kalp ağrısı… Aşk hiçbir zaman için mutluluk değildir. Âşık olmayı göze alan mutsuzluğu da göze almış demektir. Tabi aşk istem dışı geldiği anlarda yapacak hiçbir şey yoktur. Siz de seçilmiş insanlardansınızdır. Onu gördüğünüzde yüreğiniz titriyor, avuçlarınız terliyor mu? Yoksa kalbinizi kaybetmekten mi korkuyorsunuz? Fırlayacak gibi yerinden öyle bir telaşla mı atıyor? Cevabınız evet ise zor bulunan bir şeye siz sahipsiniz, âşıksınız… Bazen âşık olduğunuzu kendinize itiraf etmek istemezsiniz, bu aşktan korkmaktan olmaz ama bu aşkın sonuna olan güvensizlikten kaynaklanır, üzüleceğini bilir insan… Hiç yalan söylemiyorum diyen insan en büyük yalanlardan birini söylüyordur. Çünkü herkes taşır muhakkak içinde bir yalan. Bazen etrafındakileri kandırır bazen kendini... Sevdiğini inkar ederek kendini kandırır, sevdim diyerek başkasını... Birden fazlasını sevemez insan ama birden fazlasına sevdirebilir kendini... Aşk bu kadar gerçek ve bu kelimeler kadar düşündürücü… Eğer âşık olduğunuz insanla birlikteyseniz siz dünyanın en şanslı insanlarındansınız. Sevdiği insanla olabilmek için, ondan karşılık görebilmek için her şeyinden vazgeçecek insanlar tanıyorum ben! Kötülüğe delalet bu huy! Cehenneme mahkûm yüreğimle ben günaha doğru yürüyorum. Yanlış yapıyorum, yanlış olduğunu bilerek yapıyorum. İhanet tensel olduğunda anlık hata olarak adlandırılır. Asıl ihanet kalp aldattığındadır. O, kalbin başkasını düşünüp bambaşka birinin gözlerine bakmaktır… işte ihanet aslında budur. İlk önce sadece acısı vardır. Her gün öldürüp sonra dirilten acısı… sonraları aynalar batar size, sizin bile tahammülünüz yoktur kendinize… bir umut olsa her şeyi, herkesi bırakıp gideceğinizi bilirsiniz. Gurursuzluğunuza tahammül edemezsiniz. Hep yalnızsınızdır. Kalabalık görüşmelerinizde bile... herkes bir şeyler anlatırken, siz her cümlede hatta abartısız her harfte onu hatırlarsınız. Hep aklınızdadır. Herkesin gülüşü ona benzer, vitrinde gördüğünüz bir kazağa “ bu onunkinden” diye bakarsınız, onun sesidir,esprisidir,sevdiğidir, onun zevkidir ya da o hep öyle der’dir. Anlayacağınız hep o’dur. Fallarda kısmet diye yorumladığınız, tuttuğunuz dileğiniz, gitmek istediğiniz şehir hep onun yanıdır. Aşk böyledir. Siz bitersiniz “o” hep vardır. Eğer karşılıksızsa aşk işte o zaman bir faciadır. Ve maalesef kalp sadece bir kez aşka açılır, içine alıp kapatır kapısını sonsuza dek… ne atabilirsiniz onu içinizden ne de alabilirsiniz yerine tekrardan birini… bir kalp ağrısı olur kalır… imkansız olduğu halde sevmeye devam etmektir aşk. Hatta aksine imkansızlık körükler ateşi… artık hayallerinizdir o! Bitmesin istediğiniz, uyanmaktan korktuğunuz rüyanızdır. Yine görsem, bir kere daha görsem diye ettiğiniz dua’nızdır. Gizli gizli arayıp sesini dinlediğiniz, ufacık bir eşyasını bile yıllarca sakladığınız, her kızdığınızda resmini yırtıp sonra kıyamayıp yeniden yapıştırdığınızdır. O nefret edip, tekrar tekrar affettiğinizdir. Bu yaptıklarınız onun umrunda değilse de o sizin için en değerlidir. Aklınıza geldiği an boğazınızda bir düğüm, gözlerinizde yanma oluyorsa yaşlardan; sıkışıyorsa kalbiniz, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorsanız ama ona sarılarak, gerçek aşkın içindesinizdir. Filmlerin mutlu sonla bitiyor olmasına sevinir, ikinizi oyuncuların yerine koyarsınız. Size göre kader muhakkak sizi birleştirecektir… öyle değil mi? Unutun bunu! Kader o kadar da mutlu sonları sevmez. Siz onun için, onu düşünerek acı çekiyorken; o da bir başkası için çekiyordur acıyı… O apayrı bir kalp ağrısındadır belki… Ama herkesin vardır bir aşkı, acısı; herkeste farklıdır şiddetli kalp ağrısı… Bazen iki kalp içinde atıyordur yürek. Öyle zannedilir. Aslında her kalp sadece biri için atar karşılıklı ya da yalnız… iki kişiyi sevdiğini sanmak kadar kötü bir duygu olamaz. Siz kendinize anlam veremezken, nasıl davranmanız gerektiğini de bilemezsiniz. Sürekli hataya sürükler bu duygu sizi… aslında biri aşktır biri ise ulaşılmamışlık… Aşk ta imkansızdır ama bazen sırf ulaşamadınız diye aşık sanabilirsiniz kendinizi. O saplantılı bir duygudur içine düştünüz mü; örümcek ağından farksızdır, yapışırsınız ve kurtulmak çok zordur.

24 Ağustos 2010 Salı

ben iyileşince...

bu ara gözlerim biraz buğulu. yaşarmıyor ama sanki her an dolacakmış gibi bakıyor. O yüzden çok bakmıyorum aynalara. sol tarafıma felç iniyor gibi, omzundan başlayan ve sol diz kapağıma kadar inen bir ağrı, nasıl yapsam geçmiyor. olan arada kalmış kalbime oluyor o da sancılı bu aralar. hayatla da pek iyi değil aram, uyanmak istemiyorum o zorluyor. rüyalarımla daha mutluyum aslında. bilmiyorum saçmalıklarımla oyalanıyorum biraz. güneşe de gıcığım zaten, yukardan sırıtıyormuş gibi geliyor, "keh keh keh" şeklinde gülüşlerini duyuyorum. ah diyorum, ah bir yağsa yağmur ozaman görürüm ben seni, çaksa şimşek, korkup saklandığında bulutun arkasına ozaman ben atıcam o kahkahaları... Aman be, banane işte ben mutsuzum bu günlerde, mevsim sonbahar olsun, yağmur yağsın, ağaçlar çıplak kalsın, hava da kararsın. mevsimde mutsuz olsun. ben iyileşince mevsim aşk olsun, şubatta hava açsın .. :)

5 Ağustos 2010 Perşembe

"sen bensiz, ben sensiz"

"dışarda bir yaz yağmuru, yaş sokaklar sensiz bensiz...." bu şarkıda bir huzur var resmen. her dinlediğimde hafif bir buruklukla birlikte huzur doluyor içime... o şarkıda ki ılık rüzgarı hissediyorum, gözümün önünden bir film geçiyor, çok güzel bir film. Sevgili Göksel de bu şarkıyı çok güzel söylemiş. Eskiden yaşanan duyguların ne kadar saf ve gerçek olduğunu hissettiriyor, anlıyorsun. Ben mesela çok severim türk filmlerini, bir de öyle bir izlerim ki kendimi kaptırarak. Baş rolde ben varmısım gibi; o naif, saf, dürüst türk kızı ve muhakkak büyük bir aşk acısı olur orda. işte o sahnelerde her kim oynuyorsa o kızı ( türkan şoray, filiz akın, hülya koçyiğit..) hiç farketmez, o ağlarken bende ağlarım. Ve o filmlerde ki erkekler... ah o gururlu, yalansız ve delice aşık adam! ( ayhan ışık, tarık akan, cüneyt arkın). O adam ağlatsa da, seversin... Var mı öylesine seven, aşkının peşinden giden ve onun için herşeyden vazgeçen? yok! hiç birimiz öyle değiliz. Biz hiç bişeyden vazgeçmeden bizimle olabilecekleri seçeriz, bizde hiç birşeyden vazgeçmeyiz. en kötü ihtimal "unuturum olur biter" deriz. İşte bu yüzden ne eski aşkları bulabiliriz ne de o şarkılarda ki tadı bulabiliriz. "Aşk bir rüyaymış uyandık, adı kaldı dilimizde"

3 Ağustos 2010 Salı

gri çilek,kokusuz parfüm

sol tarafımdan bin dürtü ile sarsılıyorum, önceleri geçer sanıp derin nefes almak isterken daha da sancılanıyorum. zannetğim kadarı yeterliymiş hayatın, bazen hayat mutsuz sonla biten filmlerden farksızken çoğu zaman hayal etmenin gücünde esir kalmış bir köleymiş. düşündükçe farkediyorum özgürüm. istediğimi hayal edebilirim bu beni biraz da olsa mutlu eder ama istediğimi hayata geçiremeyebilirim bu da beni mutlu etmeli, çünkü hayata geçiremediklerimi hayal etmeye devam edeceğim demektir. hayalleriniz bittiğinde, hayatta çok şey başarmış olmanız anlamsız gelecektir çünkü hayalsiz dünya gri çilek gibi, kokusuz parfüm gibi anlamsız ve heycansız olur. Bu yüzden ne kadar çok şeye sahip olduğunuzun hiç bir önemi yok, ne kadar şeye ihtiyaç duyduğunuz önemli. İhtiyaçlar sizi yaşatan sebeplerdir, sizi çabalatan...

30 Temmuz 2010 Cuma

BÜYÜMEK...

büyümek için çabaladığımda her şeyin daha farklı olacağını sanırdım. hayal ettiklerim çok daha güzel şeylerdi. Büyüklerin bana göre derdi çok azdı, onların çalışması gereken sınavları yoktu, erken yatmak zorunda değillerdi, oyun oynarken mızıkçılık yapan arkadasları yoktu ve en önemlisi onlar güçlüydü... Ben öyle zannederdim. En güçlü olduğum yılların, henüz hayallerimin tozpembe olduğu zamanlar olduğunu büyürken anladım... Her doğum günümde mumları üflerken bir dilek tutup, birkaç hayalimi geride bırakırdım. Bunları hep zamanla anladım. Meğer ne kadar da mutluymuşum yerden yüksek oynarken ve saklanbaçta her yakalandığımda müsadeleyim diyip ebe olmaktan sıyrılırken... En büyük üzüntülerim ders notlarım olduğu zamanlar, ya da dizimdeki ufak morarıklar... ah ah çok mu çabuk büyüdük? hevesim kursağımda kaldı derler ya, benim öyle oldu. Bunlar için mi acele etmişiz? masumluğu bırakıp sahte duygulara bürünmek için mi? güvenimizi yitirmek için mi? herkese bol keseden dağıttığımız sevgiyi, iğneyle kuyu kazarak bulmak için mi? bütün bunlar içinmiydi büyümek isteyişimiz, yalnızlaşmak için mi? Şimdi bir çocğun gözünden görmek vardı şu dünyayı... bütün kirlerden arınmış, uçsuz bucaksız mutluluklar olan, pamuk şeker tadında bir dünya. Bir çocuğa sorsan dünyayı seviyor musun diye, sana evet der. Neden diye sorarsan da ; örümcek adam da dünya da yaşıyor batman de diyebilir. :)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

-döne döne uçmak-

en çok yapmayı istediğim şey şu ara yamaç paraşütü. kendimi 1000lerce metre yükseklerden aşağıya atmak, rüzgarın bedenime sert vuruşunu hissetmek, bir darbe de ondan almak ama bu sefer rahatlayarak... tüm şehrin ayaklarımın altında olması, benim en büyük binalardan, dağlardan, tepelerden yüksekte olmam hissi, işte buna ihtiyacım var. uçmak istiyorum, döne döne aşağıya doğru süzülmek, ölüm kaygısı olmadan ama yinede ürpererek... düşüncesi bile mükemmel. bu yamaç paraşütünün en iyi yapıldığı yer fethiye olabilir, gördüğüm kadarıyla hem çok yüksekten atlıyorlar hemde ölü denize doğru süzülüyorlar... Bakın yaşamak için güzel bir sebep daha :) hayal ederek okuyun....

bir tatlı huzur...

En alımlı kadın İstanbul.. Tüm evrendeki en çekici varlık, o kadar özenilerek yaratılmış ki onu görüp cazibesine kapılmayan yoktur.. güzelliği dillere destandır. Eskisi kadar masum değil sadece artık, o da yaşlandı, yıprandı, katılaştı... Betondan binalar diktik kalbinin tam üzerine, tüm yeşil umutlarını kestik, ve ona yaptığımız her kötülüğü, ondan bildik... ağlattık onu, gözleri kırıştı, artık yazları eskisi kadar sıcak değil, eskisi gibi güneş açmıyor İstanbulda, ve artık eskisi gibi bir tatlı huzur kalmadı kalamışta...

17 Haziran 2010 Perşembe

suyun en derinlerine gitmek istediğiniz oldumu hiç? gözleriniz açıkken derin bir denizde yavaş yavaş dibe inmek ve onun verdiği o hazzı yaşamak... karanlığa gittikçe daha da derinleştikçe huzur bulacağınız tek yerdir deniz. ilkten bir ürperti hissedersiniz, yalnız başına karanlığa dalabilmek çok kolay bir iş değildir. Fakat sonradan size eşlik edecek binlerce parıltı bulacaksınız... bu bir deniz yıldızı, mercanlar, ya da ummadığınız diğer canlılardan herhangi biri olabilir. gündüzleri denize girerken sevmediğiniz deniz analarının bile ne kadar mükemmel olduğunu farkedeceksiniz... zehirli olanları çok daha hoş görünür ama büyüsüne kapılıp yaklaşmayın sakın. sudaki yolculuğunuz devam ederken hayretler içinde kalabilirsiniz çünkü burdaki canlılar karadakilerden çok daha ışıltılı ve özenli yaratılmışlardır. o parıltı, ihtişam ve zarafet sizi büyülecek. mümkün olabilse hep onlarla kalmayı isteyeceksiniz. bu huzur sizi mest edecek. biranda önünüzden bir blue mandarin geçebilir, gözlerinizi alamazsınız ondan, nerdeyse en cazibeli renkleri giymiştir üstüne ve çok çekicidir... Ve her güzel şeyin sonu olduğu gibi bu güzel gezininde bitme vakti gelecektir. yukarıya doğru bir yolculuk başlacak ve ilk defa karanlıktan aydınlığa çıkarken huzuru geride bıraktığınızı hissedeceksiniz..